AİHM’in Şaban Yasak v. Türkiye (No. 17389/20) Kararına İlişkin Değerlendirme
ŞABAN YASAK V. TÜRKİYE KARARI (No. 17389/20)
AİHM’in Şaban Yasak v. Türkiye (No. 17389/20) kararına ilişkin değerlendirmemi aşağıda bulabilir yazının pdf biçimine ulaşmak için buraya tıklayabilirsiniz. Ayrıca, kararın basit özeti ile detaylı özetine ulaşmak için ise buraya tıklayınız.
Şaban Yasak, tamamı etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanmak amacıyla ifade veren on iki ayrı tanık beyanına göre Gülen Hareketi içerisinde ‘Büyük Bölge Talebe Mesulü’ görevinde bulunduğu iddiasıyla FETÖ/PDY (Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması) üyesi olmaktan yargılanmış ve mahkûm edilmiştir.
Başvurucuya isnat edilen eylemler iddiaya göre 2011-2014 yılları arasında gerçekleşmiştir. Yasak’ın davası, AİHS’nin 3. maddesi (insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele yasağı) ve 7. maddesi (kanunsuz suç ve ceza olmaz) kapsamındaki haklarını ihlal ettiği iddiasıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşınmıştır.
Başvurucu Yasak’ın şikayetleri 19 Şubat 2021 tarihinde Türk Hükümeti’ne bildirilerek Hükümet savunmasını sunmaya davet edilmişti. Söz konusu bildirim yazısında, özellikle Türk Hükümeti’nden ayrıca “bölge talebe mesulü”, “büyük bölge talebe mesulü” veya “İlci” pozisyonlarının sorumlulukları hakkında bilgi vermesi ve özellikle bu görevde bulunanlar tarafından gerçekleştirilen faaliyetlerin hangi örgütsel amaca hizmet ettiğini açıklaması talep edilmiştir (Bildirim yazısının İngilizce orijinal metni için buraya tıklayınız).
Bu nedenle en başından beri, başvurucuya isnat edilen başka eylemler olsa da bu davanın başvurucunun işgal ettiği iddia edilen önemli pozisyon (Büyük Bölge Sorumlusu) ve bu pozisyonu kapsamında yürüttüğü iddia edilen faaliyetler çerçevesinde değerlendirileceğini belirtmiştim.
Başvurucunun Büyük Bölge Sorumlusu olduğu iddiasına dikkat çeken Mahkeme, bu haliyle başvurucunun Gülen Hareketi’ne atfedilen terörist eylemlerden haberdar olduğunu ya da olması gerektiğini dile getirmiş ve ulusal mahkemelerin öngörülebilir bir yorum ve uygulama yaptığını ve başvuranın suçlu bulunmasının hukuka uygun olduğunu belirtmiştir. Sonuç olarak Mahkeme, başvurucunun mahkumiyetinin kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesini ihlal etmediğine karar vermiştir.
Kararın Fransızca orijinal metnini burada bulabilirsiniz. Ayrıca kararın tarafımca hazırlanmış Türkçe kısa ve detaylı özetine ulaşmak için buraya tıklayabilirsiniz.
KARARA İLİŞKİN DEĞERLENDİRMELER
KARARIN NİTELİĞİNE İLİŞKİN DEĞERLENDİRMELER
Yalçınkaya Kararı ile Kıyaslama
Şaban Yasak davası, Yüksel Yalçınkaya (Yüksel Yalçınkaya v. Türkiye [BD], no 15669/20, 26 Eylül 2023). belirgin bir şekilde farklıdır. Yalçınkaya, Ceza Kanunu’nun 314 § 2 maddesi kapsamındaki suçu oluşturan maddi ve manevi unsurlar ayrı ayrı tespit edilmeksizin, otomatik bir suçluluk karinesi sonucu şifreli mesajlaşma uygulaması ByLock’un kullanımına dayalı olarak silahlı terör örgütüne üyelikten mahkûm edilmiştir. Ancak Başvurucu Yasak, etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanmak amacıyla ifade veren on iki ayrı tanık beyanına göre 2011 ve 2014 yılları arasında işlendiği iddia edilen eylemler nedeniyle silahlı terör örgütüne üye olma suçundan, geniş bir delil yelpazesine dayanılarak mahkûm edilmiştir. Söz konusu kararı Yüksek Yalçınkaya kararıyla karşılaştırmak tutarlı ve yerinde bir yaklaşım olmayacaktır.
Yasak kararında AİHM’in herhangi bir değerlendirmesinin ByLock kullanımı iddiası esas alınan mahkumiyetlere ilişkin AİHM’in değerlendirmesine herhangi bir etkisi bulunmamaktadır, AİHM’in ByLock kullanımına ilişkin değerlendirmesinde herhangi bir değişiklik de bulunmamaktadır
Maddi olgular ve deliller bakımından birbirinden oldukça farklı özellikler gösteren pek çok başvuru halen MAhkeme tarafından karara bağlanmayı beklemektedir. Bu bağlamda, Mahkeme’nin verdiği ve gelecekte vereceği her bir kararı, objektif bir bakış açısıyla değerlendirmek ve kararların etkileri ve sonuçları hakkında bu doğrultuda yorum yapmak büyük önem taşımaktadır. Aksi takdirde, kararların bağlamından kopuk veya yanlış değerlendirilmesi, hukuki süreçlerin adil bir şekilde yorumlanmasını zorlaştırabilir ve mevcut hukuki standartların yanlış anlaşılmasına yol açabilir. Bu nedenle, her bir kararı kendi şartları ve somut gerçekleri çerçevesinde ele almak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin adil yargılama ilkesine ve tarafsızlığına olan güvenin korunması adına kritik bir rol oynamaktadır.
Kararın Kesin Olmadığına İlişkin
Şaban Yasak kararı AİHM’in bir Daire oluşumu tarafından verilmiştir ve Daire oluşumu tarafından veriler bir karar kesin değildir.
İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin ‘Büyük Daire’ye gönderme’ başlıklı 43. maddesine göre ‘Bir Daire kararının verildiği tarihten itibaren üç ay içinde ve istisnai durumlarda, dava taraflarından her biri davanın Büyük Daire’ye gönderilmesini isteyebilir. Büyük Daire bünyesinde beş yargıçtan oluşan bir kurul istemi, eğer davada Sözleşme ve Protokollerinin yorumuna ya da uygulanmasına ilişkin ya da genel nitelikte ciddi bir sorun varsa, kabul eder. Kurul istemi kabul ederse, Büyük Daire davayı karara bağlar.’
Taraflar davanın Büyük Daire’ye gönderilmesini istemediklerini beyan ederlerse veya karardan itibaren üç ay içinde davanın Büyük Daire’ye gönderilmesi istenmezse veya Büyük Daire bünyesinde oluşturulan kurul 43. madde çerçevesinde sunulan istemi reddederse Daire’nin Yasak kararı kesinleşecektir.
Eğer beş yargıçlı komite, kararın Büyük Daire’ye taşınması istemini kabul ederse Büyük Daire kendisi yeni bir inceleme yapacak olup vereceği karar kesindir.
BAŞVURUNUN NİTELİĞİNE VE BAŞVURUCUNUN AİHM ÖNÜNDEKİ SUNUMUNA İLİŞKİN ELEŞTİRİLER
Başvurunun Eksik Olduğu İddiasına İlişkin
Daha önce pek çok hukukçu da dile getirdiği üzere Başvurucu Yasak’ın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önündeki başvurusunda adil yargılanma hakkını zedeleyen birtakım unsurlar ya hiç ya da gereği gibi dile getirilmemiştir.
Kararın olay ve olgular kısmından anladığım kadarıyla başvurucu aleyhine on iki tanık ifade verdiği halde başvurucuya ‘tanıklara soru sorma ve bu tanıkların ifadeleri ile çelişebilme’ imkânı tanınmamıştır.
Davada çok sayıda tanık ifadesi olduğu, başvurucunun Gülen Hareketi’nin önemli bir pozisyonunda ve mahrem bir yapılanma içerisinde yer aldığı iddia edildiği halde savcılık iddiaları yeterince araştırılmadan, başvurucu ile avukatının davayı genişletme talepleri dikkate alınmadan sadece altı ay içinde mahkûmiyet kararı verilmiştir. Burada, bir bütün olarak adil yargılama olmadığı ortadadır.
Yine başvurucunun OHAL döneminde tutuklu olduğu ve bu dönemde avukatı ile bir ceza infaz kurumu memuru eşliğinde görüşme yapmak zorunda kaldığı dikkate alındığında başvurucunun savunma hakkı da zedelenmiştir.
Yukarıdaki açık ihlallere rağmen bu hususlar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde ya hiç ya da gereği gibi dile getirilmemiştir. Bunun bir sonucu olarak Mahkeme, başvurucunun adil yargılanma hakkına saygı gösteren, savunma hakkı tanıyan ve hukukun temel ilkelerini gözeten bir yargılama sonucu mahkûm olduğunu iddia etmektedir. Yukarıdaki açık ihlallerin Mahkeme önünde dile getirilmemesi Mahkeme’yi bu şekilde bir varsayıma varmak zorunda bırakmıştır.
Şunu da belirtmeden geçemeyeceğim, yukarıda o kadar önemli ihlaller varken başvuruda maalesef Mahkeme’nin yerleşik içtihadına aykırı şekilde madde 3 kapsamındaki (bence adil yargılanma hakkına göre önemsiz) şikayetler dile getirilmiştir.
Davada Gülen Hareketinin Bir Terör Örgütü Olduğu İddiasına Dair Herhangi Bir İtiraz Bulunmadığına İlişkin
Herhangi bir grubun veya hareketin bir terör örgütü olup olmadığına karar vermek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin görevi değildir. Mahkeme bu noktada, Gülen Hareketi’ne atfedilen ‘Hrant Dink Suikasti’, ’17/25 Aralık Yolsuzluk Soruşturmaları’, ‘MİT Tırları Davası’, ‘Rus Büyükelçisi Suikastı’, ‘Darbe Girişimi’, ‘Bürokratların Dinlenmesi’ iddialarının hiçbirinin mahiyetine ve de esasına girmeden -zaten girmesi de mümkün değildir- doğrudan doğruya Hükümet’in ‘Gülen Hareketi’nin bir terör örgütü olduğuna ilişkin beyanını’ dikkate almıştır. İşin doğrusu, davada ‘Gülen Hareketi’nin bir terör örgütü olduğu iddiasının aksi yönde herhangi bir itiraz, tartışma, ihtilaf da yoktur’. Yani, başvurucu dahi bu konuda herhangi bir itiraz da bulunmamıştır.
KARARA İLİŞKİN ELEŞTİRİLER
Madde 7 Bağlamında Değerlendirme
Yasak v. Türkiye davasında Mahkeme’nin Sözleşme’nin 7. maddesinin ihlal edilmediğine karar vermesini sadece başvurunun eksik yapılması, adil yargılanma hakkını zedeleyen hususlara yer verilmemesine bağlamak asıl meseleyi gözden kaçırmaktır.
Yasak kararındaki asıl sorun Mahkeme’nin Gülen Hareketi içerisinde önemli bir pozisyonda bulunduğu iddia edilen Başvurucu Yasak’ı, kendisine herhangi bir yasadışı eylem isnat edilmediği halde sırf Hükümet’in Gülen Hareketi’nin bir terör örgütü olduğuna ve Başvurucu Yasak’ın Gülen Hareketi içerisinde yürüttüğü iddia edilen Büyük Bölge Talebe Mesulü görevinin niteliğine ilişkin beyanlarını dikkate alarak terörize etmesidir.
Mahkeme, Yasak davasında yalnızca Büyük Bölge Talebe Mesulü görevinin niteliğine ve Yasak hakkındaki iddialara ilişkin Hükümet’in sunduğu beyanlara dayanarak varsayımsal değerlendirmelerde bulunmuş ve bu değerlendirmeler sonucunda suçun manevi unsurlarının varlığına dair yeterli bir inceleme yapmadan sonuca ulaşmıştır. Dolayısıyla, suçun oluşup oluşmadığını belirlemede gerekli olan subjektif unsurların değerlendirilmesini ihmal etmiş, bunun yerine hükümetin sunduğu bilgilere dayalı olarak Türk mahkemelerinin otomatik cezalandırmasına göz yummuştur.
Başvurucunun Gülen Hareketine İsnat Edilen Eylemlerin Farkında Olup Olmadığı Sorununa İlişkin
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Gülen Hareketi’ni bir terör örgütü olarak nitelendirmemiştir. Yukarıda da belirttiğim üzere herhangi bir grubun veya hareketin bir terör örgütü olup olmadığına karar vermek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin görevi değildir. Ancak, taraflar arasında Gülen Hareketi’nin bir terör örgütü olduğu iddiasının aksi yönde herhangi bir itiraz bulunmadığını dikkate alan Mahkeme, kararını söz konusu hareketin bir terör örgütü olduğu varsayımı doğrultusunda vermiştir.
Gülen Hareketi’nin bir terör örgütü olduğu varsayımı ile hareket eden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, bir sonraki değerlendirmesini ise başvurucunun bu harekete isnat edilen terörist eylemlerden haberdar olup olmadığı çerçevesinde yapmıştır. Bu doğrultuda, Mahkeme, her bir kişinin kendi eylemlerinin niteliğini bu kişinin hareket içindeki konumunu dikkate almaktadır.
Yasak kararında görüldüğü üzere Mahkeme, kişinin Gülen Hareketi’ne atfedilen eylemleri bilip bilmediğini, bilebilecek konumda, pozisyonda, makamda olup olmadığını veya bu kişiden bu eylemleri bilmesinin beklenip beklenmediğini değerlendirmiştir. Pozisyonu ve yargılama usulü bu gibi kapsamlı ve derinlemesine bir değerlendirme yapabilecek durumda olmadığı için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, bu noktada ulusal mahkemelerin değerlendirmesini dikkate almaktadır. Ancak AİHM, ulusal mahkemelerin değerlendirmelerine adalet ilkesine aykırı olmayan, adil bir şekilde yürütülen ve savunma hakkına saygı gösteren bir yargılama sonucu ulaşıp ulaşmadığını da değerlendirmeliydi. Oysaki yukarıda açıklandığı üzere Şaban Yasak’ın mahkumiyeti ile sonuçlanan yargılama, adil bir şekilde yürütülmemiştir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, sonucuna ulaşırken Türk mahkemeleri önündeki ceza yargılamasını dikkate almıştır, ancak yukarıda da açıkladığım üzere bu ceza yargılaması adil bir şekilde yürütülmemiştir. AİHM’in sonuca ulaşırken dikkate aldığı ceza yargılamasının adil bir şekilde yürütülmediğinin Mahkeme önünde dile getirilmemesi davanın olumsuz sonuçlanmasına neden olmuştur.
Kararın Ceza Sorumluluğunu Öngörülemez Şekilde Geriye Yürüttüğüne ve Genişlettiğine İlişkin
Başvurucu Yasak’a isnat edilen eylemler 2011-2014 yılları arasında gerçekleşmiş olup, bu dönem, suçlamaların odağını oluşturmaktadır. Ancak bu tarihler, Türk Hükümeti’nin beyanlarına göre Gülen Hareketi’nin suç teşkil ettiği iddia edilen faaliyetlerinin ve nihai amacının henüz tam anlamıyla belirginleşmediği bir dönemi kapsamaktadır. Nitekim, Yalçınkaya kararında dahi Hükümet, “FETÖ/PDY’nin suç faaliyetlerini ve nihai amacını ortaya koyan 2013 yılı sonundan itibaren yaşanan gelişmeleri özellikle göz önünde bulundurarak” şeklinde savunma yapmış ve suç teşkil eden fiillerin belirginleşme sürecinin 2013 yılı sonlarından itibaren başladığını kabul etmiştir. Dahası, hukuki bir karşılığı olmasa da Milli Güvenlik Kurulu (MGK) dahi FETÖ/PDY’yi “terör örgütü” olarak nitelendiren ifadeleri ilk kez Mayıs 2016 tarihinde kullanmaya başlamıştır.
Buna rağmen, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, söz konusu başvurucunun isnat edilen fiillerini değerlendirirken, bu faaliyetlerin gerçekleştiği zaman dilimlerinde henüz örgütsel bir yapının varlığına dair somut bir iddianın bulunmadığını göz ardı etmiştir.
Mahkeme, 2011-2014 yılları arasında gerçekleştirilen ve o dönemde herhangi bir örgütsel bağ ya da suç unsuru taşımayan faaliyetleri, sonradan gelişen olaylar ve hükümetin açıklamaları doğrultusunda örgütsel bir niteliğe büründürmeye çalışmıştır. Bu yaklaşım, o dönemde yasal ve meşru olarak görülen eylemleri geriye dönük olarak suç saymaya yönelik bir çaba olarak değerlendirilebilir ve hukuki güvenlik ilkesine aykırılık teşkil etmektedir. Zira, suç teşkil eden faaliyetlerin açıkça ortaya konulmadığı bir dönemde, bireylerin eylemlerinin örgütsel veya suç niteliği taşıdığını ileri sürmek, hukuki dayanaktan yoksun bir varsayım olup, başvurucunun haklarına yönelik ciddi bir ihlal anlamına gelmektedir.
Bölge Talebe Mesulü Olduğu İddia Edilen Şaban Yasak’ın Mahkumiyetinin Hukuka Uygun Bulunmasına İlişkin Değerlendirmem
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, ByLock kullanımına ilişkin Yalçınkaya davasında sergilediği titiz değerlendirme ve inceleme yaklaşımının aksine, “bölge talebe mesulluğü” olarak adlandırılan bir göreve ilişkin Yasak davasında suçun manevi unsurlarını ayrıntılı bir şekilde araştırmaksızın hareket etmiştir. Mahkeme, Yasak davasında yalnızca Hükümet’in sunduğu beyanlara dayanarak varsayımsal değerlendirmelerde bulunmuş ve bu değerlendirmeler sonucunda suçun manevi unsurlarının varlığına dair yeterli bir inceleme yapmadan sonuca ulaşmıştır. Dolayısıyla, suçun oluşup oluşmadığını belirlemede gerekli olan subjektif unsurların değerlendirilmesini ihmal etmiş, bunun yerine hükümetin sunduğu bilgilere dayalı olarak Türk mahkemelerinin otomatik cezalandırmasına göz yummuştur.
Bu yaklaşım, Mahkeme’nin bağımsızlık ve tarafsızlık ilkesine zarar verebileceği gibi, kişinin suçluluğuna ilişkin her türlü şüphenin ötesinde makul bir değerlendirme yapılması gerektiği ilkesine de aykırı düşmektedir. Sonuç olarak, AİHM’in Yasak davasında sergilediği tutum, suçun manevi unsurlarını incelemeden ve gerekli hukuki standartları sağlamadan, yalnızca hükümetin iddialarına dayanarak hüküm kurulmasına olanak tanımış ve bu yolla otomatik cezalandırmalara adeta onay vermiştir.
Kararın Yazım Dilinin Türk Mahkemelerinin Dili Olduğuna İlişkin
Öncelikle, Yasak kararında yer alan ve özellikle atıf yapılan ulusal yargı kararlarının seçimi, kullanılan karalayıcı dilin niteliği ve bu kararlarla varılan keyfi ve temelsiz sonuçlar, kararın yazarı olan hukukçu ya da hukukçuların, Mahkeme’deki değerlendirmelerinde Türk hukuk camiasında yaygın olan belirli bir ideolojik bakış açısını benimsediğini net bir şekilde ortaya koymaktadır. Karardaki ifadeler ve kullanılan dil, okuyucuda adeta Türkiye’deki bir ağır ceza mahkemesi veya Yargıtay kararını okuma hissiyatını uyandırmaktadır. Bu durum, kararın yazarının Türkiye’deki yargı organlarında sıklıkla rastlanan ve hukuki metinlerde belirgin bir şekilde kendini gösteren ideolojik eğilimleri yansıtan bir perspektife sahip olduğunu düşündürmektedir. Bu sebeple, kararın içeriği ve üslubu, söz konusu ideolojik yaklaşımın, Mahkeme’nin bağımsız kararlarına da sızmış olduğu izlenimini yaratmaktadır.
DİĞER ELEŞTİRİLER
Yalçınkaya Kararı ile Tazminat Kararına Hükmedilen Çok Sayıda Kararın Rehavete Sevk Etmesine İlişkin
Yıllardır Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Gülen Hareketi ile ilişkili olduğu iddia edilen kişilerin şikayetleri ile ilgili çok çok büyük bir oranda ihlal kararı vererek Türk Hükümeti’ni tazminat ödemeye mahkûm etmektedir. Ayrıca, Yalçınkaya kararı ile Mahkeme’nin ByLock kullanımı iddiasını esas alan bir ceza mahkumiyetinin Sözleşme’ye aykırı olduğuna ilişkin kararı da büyük bir sevinçle karşılandı. Ancak bu gibi kararlar diğer taraftan AİHM önündeki yargılama usulü hakkında bilgisi olmayan ya da bu yargılama usulünü ciddiye alman birtakım kişileri de rehavete sevk etti.
Şu ifade maalesef başvurucular arasında çok sık dolaşmaktadır: ‘Türk Hükümeti’nin savunmasına cevap vermeye gerek yok, AİHM direkt tazminat veriyor’. Maalesef bu gibi hatalar sonucu AİHM önünde çekişmeli aşamaya geçen başvuruların %20’ye yakını kayıttan düşürülmektedir (Örnek bir takım olaylar için buraya, başka bir takım olaylar için ise buraya tıklayınız).
Mahkeme’nin Türk Hükümeti’ne sadece şikayetini bildirdiği kişiler, avukatları olsa dahi, listede adlarını görünce ‘davayı kazandığını zannederek beş bin avroyu almak amacıyla’ Adalet Bakanlığı’na dilekçe gönderebiliyor maalesef. Ülke genelinde, hayretle, bu şekilde çok vaka ile karşılaştım.
Yasak kararı gösterdi ki:
- AİHM önünde dava kazanmak ‘çantada keklik değil’,
- AİHM önündeki yargılamalarda başarılı bir sonuç alabilmek için Mahkeme’nin içtihatlarına ve Mahkeme önündeki usule hâkim olmak gerekir,
- AİHM önündeki yargılamalarda başarılı bir sonuç alabilmek için profesyonel bir destek almak gerekir,
- AİHM önündeki yargılamalarda başarılı bir sonuç alabilmek için Mahkeme önündeki sunumların planlı, titiz ve kapsamlı bir çalışmanın ürünü olması gerekir.
Son olarak, Hükümet savunmalarına verilen cevapların her bir iddiayı ayrıntılı bir şekilde ele alması ve eksiksiz bir şekilde yanıtlaması büyük önem taşımaktadır. Çünkü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, sunulan her bir cevabı dikkatlice okuyup incelemekte ve bu cevaplar doğrudan nihai kararlara yansıtılmaktadır. Dolayısıyla, sunumlar titizlikle hazırlanmalı ve her bir iddia ciddiyetle karşılanmalıdır. Böyle bir yaklaşım benimsenmesi durumunda, AİHM nezdinde dosyayı değerlendiren yargıçlara ya da raportörlere, kendi yorumları doğrultusunda kararın şekillendirilmesi için geniş bir hareket serbestisi tanınmamış olacak, bu da davanın seyri üzerinde doğrudan etkili olacaktır. Bu yüzden, mahkeme nezdinde savunmaların titizlikle ve detaylı bir biçimde hazırlanması ve her bir savunma unsurunun ciddiyetle değerlendirilmesi kritik öneme sahiptir.
Kararın Fransızca orijinal metnini burada bulabilirsiniz. Ayrıca kararın tarafımca hazırlanmış Türkçe kısa ve detaylı özetine ulaşmak için buraya tıklayabilirsiniz.
AİHM öNÜNDE YARGILAMASI DEVAM EDEN DİĞER DAVALAR
Ankesör ya Da Sabit Hattan Aranma İddiası
Ankesör ya da sabit hattan aranma iddiasına dayanan mahkumiyetlerin hukuka aykırı olduğuna ilişkin şu ana kadar AİHM’e çok sayıda bireysel başvuru yapıldı. Ancak Mahkeme, şu an kadar böyle bir şikâyeti Türk Hükümeti’ne bildirerek kendilerini savunmasını sunmaya davet etmemiştir.
Esasen ByLock ya da Diğer İddialarla Mahkum Olanlar
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, çeşitli tarihlerde toplam on bir ayrı başvuruda aşağıdaki iddialara dayanan mahkumiyetlere ilişkin başvurucuların şikayetlerini Türk Hükümeti’ne bildirerek Hükümeti savunmasını sunmaya davet etmiştir (İlk altı dava için buraya, son bildirilen beş dava için buraya tıklayınız).
- FETÖ/PDY ile bağlantılı bir sendikaya ve derneğe üye olmak;
- ByLock sunucusu İnternet Protokolü (“IP”) adresine kişisel cep telefonu üzerinden bağlanma (HIS/CGNAT),
- Başvuranın ByLock mesajlarının içeriğine göre, başvuranın tüm irtibatlarının, benzer şekilde FETÖ/PDY üyeliğiyle suçlanan polis memurları, polis amirleri veya “mahrem imamlar” (FETÖ/PDY örgütüne mensup kolluk kuvvetlerinden sorumlu kişiler) olması,
- başvuranın HTS (Historical Traffic Search) kayıtlarının “Eagle” ve “Kakaotalk” kullandığına işaret etmesi,
- başvuranın “sohbet” toplantılarına katılması ve cemaate maddi katkısını gösteren tanık beyanı (himmet);
- başvuran hakkında fişleme yapılması (SD Kart içerisinde yer alan kodlama iddiası),
- başvuranın evinde ve iş yerinde ele geçirilen elektronik cihazlar üzerinde yapılan analizler sonucu, diğerlerinin yanı sıra, darbe girişiminden sonra kapatılan bir dizi çevrimiçi haber portalını sık sık ziyaret ettiğinin tesit edilmesi,
- aramada öğrenciler, kalacakları yerler ve öğrenci evlerinde takip edilecek programlar hakkında bilgi içeren bazı belgeler bulunması,
- Kurumlarda yönetici olarak çalışma,
- FETÖ/PDY ile bağlantılı şirketlerde çalışma (iltisak),
- Kamu görevinden çıkarılma,
- ByLock kullanımının yanı sıra, aldığı ve gönderdiği bazı mesajların içerikleri,
- Bir tanığın ByLock uygulamasını çalıştıkları lisenin müdürünün talimatları doğrultusunda başvuranın cep telefonuna indirdiğine dair ifadesi;
- Şu bilgileri içerir ByLock Tespit ve Değerlendirme Tutanağı: başvuranın kullandığı ByLock ID numarası, kullanıcı adı ve şifresi, paylaştığı mesajların ve e-postaların içeriği ve sayısı, yaptığı ve aldığı aramaların sayısı, eklediği diğer ByLock kullanıcılarının ayrıntıları, kendisini ekleyen kullanıcıların ayrıntıları ve bu amaçla kullandıkları isimler
AİHM ÖNÜNDEKİ GELİŞMELERDEN HABERDAR OLMAK İÇİN WHATSAPP KANALIMA KATILABİLİRSİNİZ
- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önündeki davalarda yaşanan gelişmelere,
- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına,
- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi‘nin Türk Hükümeti’ni savunmaya davet ettiği davalara,
- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin önemli bildirilerine
- Yazımlarıma,sıcağı sıcağına ulaşmak için WhatsApp kanalımı takip edebilirsiniz.
AİHM DAVALARI HAKKINDA SMS İLE ÜCRETSİZ BİLGİLENDİRME HİZMETİ
- Eğer başvuru numaranızı biliyorsanız,
- Bu başvuru Davalı Devlet’e bildirildiyse,
- Ve tarafımca takip edilen grupların birisi içerisinde arasında yer alıyorsa
Müvekkillerime sağladığım ‘Ücretsiz SMS ile Bilgilendirme’den siz de faydalanabilirsiniz. Bu hizmetten faydalanmak için buraya tıklayınız.